İyi Toplum Yoktur

Bildiğiniz üzere İyi Aile Yoktur‘u okumuş, okurken de birkaçınızla kitabı tartışmış ya da heyecanımı paylaşmıştım. Bukitapı henüz ilkini bitirmeden sipariş etmiş, önceki yazıyı yazmaya başlamadan önce okumaya başlamıştım bile. Zaten ilk kitap beni epeyce sarsmış olduğu için bukitapı daha kolay hazmedeceğimi düşünüyordum çünkü.

Öyle olmadı. İlk kitapta ailenin birey üzerindeki etkileri anlatılıyordu bunda ise “günlük hayatta toplumun bireyi istismar biçimleri” anlatılıyor. Önceki kitapta ağırlık verilen kurban miti bukitapta da ağırlığını koruyor. Yazar göze en çok görünen kurban etme biçimi olan törenleri ele alarak başlıyor kitabına.

Bir numarada elbette fiziksel de bir boyutu olduğu için sünnet düğünleri geliyor. Farklı kültürlerde sünnetin yerine kısaca değindikten sonra bizim kültürümüzdeki durumuna getiriyor lafı:

Biz, çocuklar sünnetin ne olduğunu anlayacak yaşa gelene kadar bekleriz, çünkü bizde sünnet olayını “erkek olma” biçimine sokarak çocuğa kavratma düşüncesi esastır. Bizim için sünnet basit bir tıbbi işlem değildir. Bu işleme erkeklikle ilgili anlamlar yüklenmekte, çocuğun, daha doğrusu çocuğun ailesinin bütün yakınları dahil edilmektedir. Bunun çocuğun özel hayatına müdahale demek olduğu aklımıza bile gelmez. Bize göre çocuğun bedeni ona ait değildir; çocuğun bedeniyle ilgili bir işlemi herkesin ortasında yapmak, herkesle birlikte kutlamak olağan kabul edilir. Çocuğu yüceltir görünürken, bir yandan benlik saygısını ne kadar yaralayıcı, çocuğu ne kadar nesneleştirici ve bunu da normalize eden bir hareket… (20. s)

Sünnet törenlerini çocukluğundan beri yadırgayan biri olduğumdan bu bölümde “yalnız değilmişim” duygusu çok belirgindi 🙂 “Oğlumuz erkek oldu!” cümlesini her duyduğumda “Daha önce neydi ki?” diye düşünürdüm. Ne yapınca erkek, ne yapınca kadın olunuyordu? Biz çocuklar ara formlardan mı ibarettik? Madem hepimiz ne erkek ne kadındık; neden bazılarımız için şenlikler törenler düzenleniyordu? Çocukken buna biraz bozuluyordum sanırım. Bu eşitsiz muamele içimdeki feminik’in ilk tohumlarını atmış olmalı 🙂

Ne yapınca kadın olunduğunu da öğrendik nitekim: Evlenince. Kitap da ikinci olarak evlilik törenlerini işlemiş. Üstelik bunun bizim kültürümüzde tamamen kadını ezmek üzerinden gerçekleşen bir dizi tören olduğunu anlatarak…

Tören, bir çift olarak kadınla erkekten ziyade, tek başına kadının, kadın vücudunun, cinselliğinin, erkeğin, erkeğin ailesinin, ve erkeğin ailesi vasıtasıyla toplumun malı hâline getirilmesinin herkesin zihninde pekiştirilmesi görevini görür. Bu yüzden nikâhla ilgili kavramlar da hep kadın etrafında inşa edilmiştir. Unamuno’nun Tula Teyze romanında Rosa’nın kocasına “Hem siz erkekler [evlilik konusunda] ne bilirsiniz ki! Evlenen biziz, siz değil.” deyişi yersiz değil. (32. s)

Burada kendimi tutmayıp uzun alıntılar yapsam okuyan evli kadınlar ta kalplerinin içinde düğünlerini neden iyi hatırlamadıklarını ya da hatırlamak istemediklerini duyacaklar. O her gün üstüne basıp geçtiğim mermer eşiğin gelinliğimle baba evimden çıkarken gözümde bir uçuruma dönmesini, o anki o korkunç acının sebebini zamanla daha iyi anladım.

… toplum hiç kimseye durduk yere “Oğlum, sen bugünlüğüne kralsın”, “Kızım, sen bugünlüğüne kraliçesin,” demez; toplum, bir günlüğüne kral olmaya özendirdiği çocuktan da, bir günlüğüne kraliçe olmaya özendirdiği gelinden de, bu gündelik tiyatronun karşılığını fazla fazla alacak olmasa, zaten baştan böyle davranmaz. (39. s)

Kız çocuklarının “aday kadın” olmaları sebebiyle yetiştirilmeleri sırasında daha çok baskı gördüğünü kimse reddedemez. Derli toplu olduğu için üç yaşındaki kızı övmeyiz ama üç yaşındaki oğlanı “kız gibi” olduğunu söyleyerek överiz. Kızlardan derli toplu olmaları beklenir çünkü. Hanım hanımcık, kibar, nazik, zarif, güzel vs. olmaları beklenir kızların. Bunun için “gerekirse” isteklerini yok saymalı, istemediklerini kabul etmelidir. “Bu ayakkabıyı beğenmedim.”den tutun “Bu adamı sevmedim.”e varan tercih haklarını idrak edemeyen kızlarla dolu her yer. “El alem ne der?” putuna her gün onlarca defa kızları kurban ediyoruz.

Kız çocuğuna çok daha şiddetli baskı uygulamamızdan daha kötüsü, kız çocuğunu, biz yahut bir başkası ona kötü davrandığında kendisini hiç koruyamayacağı şekilde eğitmemizdir. Kızlar, sessiz, uysal, uyumlu, her şart altında nazik olmak üzere eğitilir ve böyle oldukları sürece, böyle oldukları için ödüllendirilirler. Halbuki, “Baskıcı şartlar altında sadece nazik olmanın ödülü, çok daha fazla kötü muameleye maruz kalmaktan başka bir şey değildir.” (66. s)

Kitabın bu kısmı beni hayli acıttı. Çünkü travmalarımın hepsinin bahsettiği türden bir baskı yüzünden olduğunu ve beni eğip büktüğünü biliyordum. Defalarca kitabı elimden atıp yüzeye çıkarttığı öfkem yüzünden yeniden başlayan çarpıntılarımı sakinleştirmeye çalıştım. Daha fazla okuyamayacağıma kani olduğum ama merakıma yenilip cesaret bulduğum da çok oldu.

Kadınlar, “Hayatlarının nerede fışkırmasını istedilerse, birileri hiçbir şey büyümeyecek şekilde toprağı tuzlamak için oradaydı.” (73. s)

“Benim kararım” dediğim bazı kararların aslında hiç de benim olmadığını ama kendimin üzerinde baskı kurulabilen, etki altına alınabilen biri olmasını kabul edemediğim için o kararı öz irademle verdiğime kendimi inandırdığımı keşfettiğimde duyduğum acı ve kendime acıma tarif edilemez.

…Türkiye’de a’dan z’ye her kesimde, kadının kurban edildiğini görmemek, bu ülkeyi birleştiren temel unsur sanki. (118. s)

Kitap toplumun -kadınlara daha geniş yer verse de aslında- bütün bireylerini istismarının farklı yollarını çeşitli örneklerle açıklıyor. Çocukları konuşmanın onları nesneleştirdiğini savunduğu son kısımdan sonra şu cümlelerle bitiyor:

Bu kitabın okurundan tek istediğim, çocuklar yahut evlatlar eleştirildiğinde, cümleleri bir de “çocuk/ evlat” sözcükleri yerine “anne/ baba” sözcüklerini yerleştirerek okumaları. Çocuğun iyiliğini suçluluk duymadan, başka herkesin iyiliğinden bağımsız şekilde düşünebilmeye, önemsemeye başlayabildiğimizde, işte o zaman, başka her şey de kendiliğinden düzelecek ve iyi bir toplum olacağız. Toplumun kişiyi, kişinin de toplumu değiştirdiğine inanan Sartre, çok haklıydı. Ve Wilhelm Schimid’in dediği gibi, “Zamanları değiştiren de, kendilerini değiştiren insanlardır.”

Değişeceğimiz umudunu koruyorum. (165. s)

Kitap bitti ama metnin bir de içeride oluşum süreci var ki o hâlâ devam ediyor. Bir kitabın değeri de herhâlde bununla belli olur.

Yazarın pek çok tespitine can u gönülden katılıyorum. Ama kültürün temelini oluşturan İslam akaidine hatta fıkhına dair yazarın bilgisizliği görmezden gelinecek gibi değil. Keşke bu eksiğini gidermiş olsaydı. Yine de, bu hâliyle de görmeye değer bir eser olmuş.

İyi Toplum Yoktur – Günlük Hayatta Toplumun Bireyi İstismar Biçimleri
Nihan Kaya
İthaki Yayınları
166 sayfa

İyi Toplum Yoktur’ için 3 yanıt

  1. ” İyi aile yoktur ” çok sarsıcıydı daha (fragmanından) 😉sizin tanıtımınızdan etkilenmiştim
    Kütüphanede bulunuyor olması da ayrıca kolaylık oldu bir çırpıda okuyu vedim hala tesirindeyim

    ” iyi toplum yoktur ” özetlediğiniz kadarıyla ucundan yakaladığım birçok tesbit te yanlız olmadığım kesin ☺️ Yüreğinize sağlık iyiki ” bu kitap ” var

    Beğen

Teşekkürler!