Kitap okumayı sevmeyen çocuklar

Birçok evde okuma kavramı okulların açılmasıyla gündeme geliyor. Tatil bitip okullar açılınca veliler birden çocuklarının hiç kitap okumadığını, artık okuması gerektiğini fark ediveriyor. Çocuğu elinden tutup kütüphaneye getiriyorlar. Ve belli ki sürüklenerek getirilmiş olan çocuğun sıkılgan isteksiz bakışları altında bana diyorlar ki “Ablası, bu okumayı hiç sevmiyor, n’apalım?”

O kadar çok karşılaşıyorum ki bu sahneyle… Birkaç gözlemim var bu aileler ve çocukları hakkında. Evvela yukarıda anlattığım sahneyi çok boyutlu bir problem olarak gördüğümü ve çok üzüldüğümü söyleyeceğim. Bu sahne bu ailelerin kültüründe çocuğun çocukluğunun bir değeri olmadığını göstermesi bakımından çok üzücü. Veli çocuğunun yanında, onun hakkında şikayetvari bir üslupla ikisinin de hiç tanımadığı ama otorite gördüğü benimle konuşuyor, çoğunlukla çocuğun adına (oradaki varlığına rağmen!) karar alıyor, fikir beyan ediyor. Veliyi aşıp çocukla iletişime girmeye çalıştığım her seferinde kolu kanadı kırılmış, haddi bildirilmiş(!) bir çocu(klu)ğa tosluyorum. Anlıyorum ki o sessiz, benim yüzüme bile bakmayan, ruhen yanımızda olmayı reddeden çocuk, velisinden bu muameleyi ilk nefesinden beri görüyor.

Neyi sevip neyi sevmediğine velisinin karar verdiği çocukların kitap ve okuma ile ilgili problemleri olması çok doğal. Çocuk, evdeki nesneleştirilmeyi o kadar kanıksamış ki konfor alanından çıkıp ben kimim, neyim, ne ister, neyi severim diye düşünemiyor. Kendini tanıma ile okuma arasındaki döngüsel ilişkiyi sezmemiş. Okuma ile özgürlük arasındakini ise düşünemez bile…

Bu çocuklar kitap okumayı sevmiyorlar, çünkü nasıl yapacaklarını bilmiyorlar, kitap nedir tanımıyorlar. Okulda, evde onlara sürekli okumaları gerektiği söylenip şu ya da bu kitaplar salık veriliyor. Ama kimse hiçbir zaman ellerinden tutup okumak nedir göstermemiş, satırlarda beraber yürümemiş ki çocuk nerden bilsin? İstisnalar vardır ancak şu genellikle doğru ki okumayan velinin okumayan çocuğu olur. Ebeveynini okurken görmeyen, evde kitaba eli hiç değmeyen bir çocuk için yaşam elbette “kitapsız, okumaksız da devam edebilir”dir. “Ne var bunda?”, der çocuk haklı olarak, “Okumadan da yaşıyor işte annem babam.”

Geçen gün bir veliye “beraber kitap okuyabilirsiniz” diye tavsiyede bulunduğumda adam “Çocuk için gelmiştik, konu bana nasıl geldi?” gibisinden şaşırıp “ben mi okuyayım?” diye hafif alayla sordu. “Yok, BU okusun, siz de BUnun sırtında kırbaç şaklatın!” demedim de hanımefendiliğimi bozmadan okuma saati planlayabileceklerini, aynı kitabı okuyup üzerinde konuşabileceklerini filan söyledim.

Okumanın sadece öğrenci eylemi olduğunu düşünen veliler çocuklarının okumasından beklentilerini sıklıkla şöyle dile getiriyor: “Okursa sınavlarda soruları filan daha iyi anlar, daha çabuk çözer diyorum ama dinlemiyor ablası.” Eğitimin bile değil, öğrenimin test başarısına indirgendiği bir zihniyetten kitap okumanın sevginin konusu olmadığını anlamasını bekleyemeyiz pek tabii. Okumak sevilmez ki… Çok okuyanlar, okumayı sevdiği için okumuyor. Okumak insan için neredeyse temel yaşam becerilerinden biri hâline geldi son birkaç yüzyılda. Okumayı sevmiyorum demek yemek yemeyi sevmiyorum demek gibi bir şey. Önünüzdeki yemeği sevmemiş olabilirsiniz ama bir şeyler yemeden sağlıklı hayatınıza devam edemeyeceğinizi bilirsiniz. Fakat doğru kitapla karşılaşmamış, onu bulması için özgür bırakılmamış, kendisine rehberlik edilmemiş çocuklar “bu/şu/o kitabı sevmedim” diyemediği için okumayı sevmediğini söylüyor.

Acı olan, bu çocukların seveceklerini düşünüp önlerine koyduğum resimli hareketli (okumayı seven çocuklar arasında) çok popüler kitapları “iyi” olmadıkları gerekçesiyle reddetmeleri… Bu çocuklar düzenli ve daimi olarak maruz kaldıkları istismar sonucunda onlardan beklenen okuma hedefini içselleştirmiş oluyorlar: Kitap bir şey öğretmeli ve eğer bir kitap açıkça bir şey öğretmiyorsa iyi değildir. Kitap eğlenceli olamaz, eğer öyleyse ciddi/yararlı bir kitap değildir.

Bu inanç çocuğun kitapla sağlıklı ve yakın bir dostluk kurmasında büyük bir engel olduğu gibi çoğunlukla çocuğun eğlence ve mizah anlayışını da belli bir sığlıkta tutuyor. Halbuki özgür okuma, kitapla duygulanabilme, eğlenebilme çocuğun yalnızca şıklar arasında doğru bir işaretleme yapmasını değil olaylar karşısında tutarlı, doğru bir davranış ortaya koyabilmesinin de yolunu açar, muhakeme becerisini destekler. Zekâyı akademik başarıyla, onu da faydalı kitaplarla bir tutan velinin gözden kaçırdığı noktalardan biri de bu işte.

Kitap okumayı sevmediğini söyleyen çocukların yalnız kalabilme becerisinin de gelişmediğini, kendilerini nasıl eğleyeceklerini bilemediklerini, birinin onları eğlemesi gerektiğini görüyorum. Okumanın onlara nasıl bir kapı açacağını bilmedikleri için yalnız kalacaklarından korkan bu tür çocuklar okumayı sevmediğini söyleyip reddetme yolunu daha güvenli buluyorlar. Üzgünüm ama bunun faturası da aileye kesilecektir. Çocuğun bazen yalnız kalma özgürlüğüne de saygı gösterilmeli; kendi başına kalabilmeyi ve sükunetle kendini dinlemeyi öğrenmesi küçük yaştan itibaren teşvik edilmeli.

Konu geniş, dert derin… Artık bana “Ablası, bu kitap okumayı hiç sevmiyor.” diye gelenlere “Siz seviyor musunuz?” diye soracağım. Kendinizi, çocuğunuzu, bir kitabı?..

Hasılı, (içinizdeki) çocuğunuzu kütüphane ile tanıştırın. Bu ona verebileceğiniz en güzel hediye olabilir.

Kitap okumayı sevmeyen çocuklar’ için 2 yanıt

  1. bu konu hakkında konuşan bile bulamazken yanlışlıkla bu kadar benimle aynı fikirde ve bu kadar benimle aynı konuyla ilgilenen bir insan bulduğum için çok mutluyum, ne diyeyim, hepsini okudum ve her harfinden haklılık akıyor

    Liked by 1 kişi

Teşekkürler!