Bütün Çocuklar İyidir

Nihan Kaya’nın İyi Aile Yoktur ile başlayan üçlemesinin bu son kitabını nihayet okuyabildim. İlk ikisi beni hayli etkilemişti ve uzun uzun da yazmıştım:
1. İyi Aile Yoktur
2. İyi Toplum Yoktur

Bu minik kitabı diğer ikisine göre çok daha kolay okudum. Sanırım bunda üçlemeyi ortaya çıkaran temel mantığa aşina oluşum etkili oldu. Gerçekten her yaştan insanın okuyup kendince bir şeyler alacağı bu üçüncü kitap da aslında diğer ikisi kadar çarpıcı. Çünkü doğrudan örnekler üzerinden gidiyor.

Herkesin çocuk olduğu vurgusuyla başlıyor bukitap. Ama bir zamanlar çocuk olmuş olmak değil kastı; hepimiz daima çocuğuz ve bu bizim en değerli yanımız, diyor.

Yanlış his yoktur, diyor sonra. Bütün hislerimiz doğaldır, şiddeti bile. Bir adım daha ileri gidip, birine “böyle hissetmen doğru değil” demenin istismar olduğunu söylüyor sonra.

Bu sanırım herkesin başına birden çok kez gelmiştir. Üzgün, kırgın ya da kızgınsınızdır; biri tutar “üzülme, kızma, kırılma” der. Hislerinizin anlaşılmamasına ve onlara saygı duyulmamasına ayrıca üzülüp kızarsınız. Buna rağmen yanlış hissettiğiniz için suçluluk da duyarsınız, çünkü bunu bir gereklilik olarak içselleştirmişsinizdir çoktan (Bk. İyi Toplum Yoktur).

Ooof of! Film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden duygularıma müdahale anları: ” Yanlış düşünüyorsun, üzülmene gerek yok.” “Abartıyorsun, ne var bunda bu kadar üzülecek?” “Bunda kırılacak bir şey yok.” “Yok yaaa, bundan bir şeycik olmaz, takılma bu kadar.” “Bunu mu sevdin gerçekten?” “Bana güven.” En zehirlisi sonuncusuydu. Bunların hepsinin de beni ne kadar acıttığını çok iyi hatırlıyorum. Beni acıttığı için de bunu başkalarına yapmaktan farkında olabildiğimce imtina ettiğimi de biliyorum.

Peki, hisler niye var? Yazar diyor ki biz onların sebeplerini anlayalım, bu hislerin neye tepki olarak doğduğunu fark edelim ve uygun cevabı ortaya koyalım diye varlar.

Burada çok etkilendiği bir anısını paylaşıyor Nihan Hanım:

s. 22

Böyle düşününce tacize uğramayanımız yoktur galiba. Umarım taciz edenlerimiz daha azdır.

Taciz ile istismarın aşağı yukarı aynı anlama geldiğini söylüyor yazar ki taciz, aciz bırakmak; istismar ise kötüye kullanmak olduğuna ve kötüye kullanmak için de birini aciz bırakmak gerektiğine göre doğru bu cümle de.

“Bu söz/ davranış bana kendimi değersiz hissettiriyor mu?” kendime sorduğum bir başka önemli soru; çünkü hiç kimse kendisini değersiz yahut başkasından daha aşağı hissetmemeli. İşte bu nedenle, bana kendimi değersiz hissettiren bir söz ya da davranış doğru olamaz. Bütün insanlar eşittir. Bir insan kendisini bir başka insanın yanında daha güçsüz, çaresiz, daha az hak sahibi hissediyorsa, bu, orada bir sorun olduğunun kanıtı.

(s. 25)

Yazar bu noktadan istemediği şeylere zorlanan çocuk konusuna yönelmiş ama zihnim uzun uzun ikinci kitapta gezindi. Toplumun bireyi/ beni istismar biçimleri daha görünür hâle gelince yüreğim kaldırmıyor. Toplum içinde yaşamak zorunda olup toplum tarafından mütemadiyen sömürülmek… “Çocukluk cehennemdir” diyor yazar ama büyümek de çok kolay değil, her adımı travma. Mesela evlenip de sağ salim düz yola çıkabilen kaç kadın var? Ruhumuzun ağzı burnu kırılıyor da bir kelamcık etme hakkımız oluyor mu?

Bütün bunlar çocuğu kendimizden ayrı bir birey olarak görmeyişimizden; onu kendimize ait bir nesne, bizden bir parça olarak görmemizden oluyor. “Parça” gördüğünüz birinin değeri ancak parça kadardır elbette. Dolayısıyla “parçamız” değersiz ya da bizden çok daha az değerlidir.

Bunları bukitapta okumadan önce, yakın zamanda tam da bunun bir örneğini yaşadım: Değersiz bir parça görüldüğüm için itaat etmem bekleniyordu ve ben bu beklentiyle uyumlu olmayan bir duygu ve davranışta bulunmuş, dolayısıyla tedip ve tahkiri hak etmiştim (!).

Eğer bizden beklenenler hakkında özgürce tartışamadığımız bir ortamdaysak, orada bir yanlış vardır. Bir masada, oradaki herkesle eşit şekilde “Ben şu konuda bana yanlış davrandığınızı düşünüyorum, ” diyemiyor, başkalarıyla onların bize davranış biçimlerini sorgulamamıza izin verilmiyorsa, orada bir istismar vardır.

s. 37

İşin garibi toplumumuzda bu sessiz kalma, saygının gereği olarak görülüyor. Çocuğun itiraz hakkı yok, çünkü büyüklerin engin bilgeliklerine(?), yaşam yolunda ilerlerken sarf ettikleri bin bir emeğe (?) saygısızlık addediliyor.

“Çocukluk cehennemdir” derken yazar çocuğun acılarını ifade edemediği evrenini tasvir ediyor ve tam da bu yüzden “kendini ifade hakkı”nı vurguluyor. “İki insan arasında küçük olanı korumalıyız” başlığının altında şunları söylüyor:

Yaşımız ne kadar küçük olursa her şeyden o kadar çok etkileniriz. Üstelik, yaşımız ne kadar küçükse, bizi inciten şeyin ne olduğunu anlayabilmemiz ve ifade edebilmemiz o denli güç olur. Bu nedenle, mesela on yaşındaki bir insanla beş yaşındaki bir insan arasındaki bir meselede, “Burada yaşı daha küçük olan kimsenin sorununu gerçekten anlıyor muyum?” diye sormalıyız önce kendimize.
Yetişkinler ve çocuklar arasındaki meselelerde de öncelikli olarak anlamamız gereken kişi, her zaman çocuktur. (…)

s. 43

“Kendimi ifade etmem yasaklanamaz” başlıklı bölümde ise yazar şunları söylüyor:

Kendimi ifade etmem engellenemeyeceği gibi, o ya da bu şekilde konuşmaya yahut konuşmamaya beni kimse zorlayamaz. İçimden gelmiyorsa, özür dilememe hakkım vardır. Özür dilememi isteyen kişinin gerekçelerini dinleyebilir, yine de ona hak vermeyebilir yahut kendimi özür dilemek zorunda hissetmeyebilirim. Aynı şekilde, affetmeme hakkım da vardır. Kimse beni kimseyi affetmeye zorlayamaz. Kimse beni affetmediğim yahut özür dilemediğim için kınayamaz.

s. 50-51

Yazar daha sonraki kısımda çocuğun bedenine dair istismar örnekleri üzerinden ilerliyor. “Başkasının eyleminden dolayı da asla utanmamalıyım. Biri bana vuruyorsa eğer, bu, vuran kişinin eylemidir.” (s. 53) cümleleri bu bölümden aldığım not oldu.

Sona doğru toplu taşımada yetişkinlere yer verme meselesini de ele almış yazar. Babası Can’a yetişkinlerin çocuklara göre daha çabuk yorulduğunu anlatmış. Ama toplu taşıma araçlarında yetişkinlere yer vermesi gerektiğine dair bir şey söylememiş. Bu sayede Can eğer yerini verirse gerçekten fedakarlık etmiş ve mutlu olmuş olacakmış. Eray’a ise yerini yetişkinlere vermesi gerektiği öğretilmiş. Bunu bir zorunluluk olarak benimsediği için de Eray’ın yer vermesi durumunda mutlu olmayacağını öngörmüş yazar.

Senaryonun çoğuna katılıyorum. Biz de bunu yaşardık: Sabah gittiğimiz dershaneden öğleyin yorgun bezgin eve dönerken otobüse evinin önünden binen teyzeler yer vermediğimizde bizi kınar ya da doğrudan sertçe yerimizi vermemizi söylerlerdi. Ağır sırt çantalarımızı sırtımıza takıp ayakta dikildiğimizde o teyzelerin gezmeye veya güne gittiklerine dair konuşmalarına şahit olur, kızardık. Yorgun olan bizdik ama yer onundu, öyle mi? Ama bazen de annemize benzettiğimiz bir hamile kadın biniverirdi otobüse tık nefes. Derhal kalkıp yerimizi verirdik. Onun “sağ ol yavrum” demesi bizi memnun ederdi.

Yani yer verme ile örneklenen fedakarlık konusunda hem istekli hem de isteksiz olduğum zamanlarda ne hissettiğimi gayet iyi hatırlıyorum. Bu konuda karar verebilmesi için gerekli bilgilerin çocuğa aktarılmasını elbette onaylıyorum. Ama… (Bayılıyorum bu kelimeye!)

Ama iyiliği yaparsa kendisi bulsun yapsın diye onu hiç mi teşvik etmeyelim? Ki bizim evrenimizde iyilik gereklidir, yaşam amacımız iyi kul olmaktır, bu da sadece ibadetle değil çevremize iyi davranmak, iyiliği teşvik etmekle de mümkündür (emr-i bi’l-ma’ruf). Tabii ki çocuğun iyi davranışı öğrenmesi için yetişkinin ona örnek olmasının önemini yadsımıyorum. Ama Can’ın babası oğluna yetişkinlerin ve çocukların enerji kullanımıyla ilgili bilgi verdikten sonra “kendini dinç hissettiğin zamanlarda ayakta kalmış yetişkinlere yerini teklif etmen iyi bir davranış olabilir” deyiverse ne olurdu? Bu da mı istismar?

Bu örneğin söyleyeceğim şey için doğruluğundan emin değilim ama Can yetişkinlerin daha çabuk yorulduğunu bilmesine rağmen oturmayı tercih edebilir pekala, bu her seferinde böyle olabilir. Endişem Can’ın yer vermeyi hiçbir zaman aklına getiremeyeceği bir bencilliğe ulaşması. Olabilir mi? Evet olabilir.

“Bütün Çocuklar İyidir” sloganik başlığıyla ahlak konusunda uzman olan eşim daima alay ediyor. Ona göre, aslında bilimsel olarak, çocuklar ne iyidir ne de kötü. Daha da doğrusu bütün çocuklar hem iyidir hem de kötü. Tıpkı yetişkinler gibi…

Ben de bu yüzden çocuğa hiç yönlendirme yapılmazsa, iyinin iyi kötünün kötü olduğunu kendi tecrübeleriyle bulması beklenirse, içinde bulunduğu ortam sebebiyle hiçbir zaman iyiliği keşfedemeyebileceğini düşünüyorum. Nitekim istismar edildiği ortamlarda yetişen çocukların da istismar etmeye çok yatkın olduklarını biliyoruz. İstismar edilmeleri sebebiyle bu çocuklara yazıklanmanın kendi istismarları sebebiyle bazen mümkün olmadığını da… Yani sevgili Nihan Kaya, peki, bütün çocuklar iyi de, biraz da “Kevin hakkında konuşmamız gerek“. Ya da Klara? Gerçekten “içindeki ses” insana her zaman doğruyu, güzeli, iyiyi mi gösteriyor? Gerçekten?

Kitapta itiraz ettiğim bir de çocuğun istediği bilgiye erişme hakkının savunulmasıydı. “Yasak bilgi yoktur” diyor yazar.

Çocuk olarak, ulaşabildiğim ve dinlemek istediğim her tür bilgiyi dinleyebilir ve kararımı kendim veririm. Eğer biri herhangi bir bilgiye ulaşmamın sakıncalı olduğunu ya da inandığım bir düşüncenin yanlış olduğunu söylerse bu, istismardır.

s. 47

Anlamak için gerçekten çok fazla emek veriyorum. Ama iyiliği tavsiye etmek de kötülükten sakındırmak da istismar demeye geliyorsa orada dururum artık. Herkes hata yapabilir, çocuk da hata yapabilir. Yanlış da düşünebilir, yanlış da inanabilir, yanlış da söyleyebilir. “Bütün çocuklar iyi” değildir. Üstelik hani hepimiz hep çocuğuz, çocuk bizim en değerli yanımız, ve çocuklara “şöyle yapın, böyle yapmayın” demek istismar ya… Yetişkinlerin sürekli “istismarcı” konumunda yargılanması da yazarın onlara yaptığı bir istismar olmuyor mu? Burayı kasten abarttım, yazarın niyetinin de yaptığının da bu olduğunu düşünmüyorum ama bukitaplarının ve yorumlarının sert tepkiler çekmesinde böyle bir algının etkili olduğunu düşünüyorum.

Çok uzadı yazı, bu yüzden toparlıyorum: Bence yasak değil ama vakti gelmemiş bilgi vardır; çocuk talep ettiğinde onun da vakti gelebilir. Ama merakın en üst seviyede olduğu çocukluk dönemi boyunca herrrrr bilginin çocuğun erişimine hazır şekilde ortalıkta gezmesini doğru bulamam.

Bukitapın da önceki ikisi gibi, katılmadığım yönleri olmakla beraber beğendiğim, onayladığım pek çok tarafı var. Üçlemeyi tamamlamaktan memnunum. Okurken hayli çaba sarf ettim. Üçünün de duygusal olarak çok zorlayıcı okuma süreçleri vardı (en az zorlandığım üçüncüsüydü). Fakat şunu kesinlikle söyleyebilirim ki bukitaplar çocuğa ve kendime bakış açımda olumlu değişikliklere vesile oldular. Bu yüzden okunmalarında fayda görüyor, herkese tavsiye ediyorum.

Bütün Çocuklar İyidir
Nihan Kaya
İthaki Yayınları
68 sayfa

Teşekkürler!